Binmek için ideoloji.. Türkiye’de iki sağcı iki de faşist parti var. (2 yazı)

(Okuyunca tekrardan  aklıma geldi. Evet, belirtilen konular Kürdistan toplumu içinde geçerli. Çünkü, bizlerde yabancı ideolojiler için birbirimize düşman olmuştuk, Kürdistan için değil. Bundan dolayı da  ülkenin içinde bulunduğu durumu görmüyorduk, onu yok sayıyorduk..vs).

İdeoloji Midilli atı gibiymiş. Biniyormuşsun, gideceğin yere kadar gidiyormuşsun. Varmak istediğin yere varınca iniyormuşsun.

Lawrens Durell’in lafı. Bir romanında geçiyor.

Güzel şey ideoloji.

Bir ara ‘mefkure’ kelimesini kullanmaya çalışanlar oldu. Hatta ‘Mefkureci Öğretmenler Derneği’ diye bir dernek de kuruldu. Fakat kelime tutmadı.

Kafana çeki düzen verir ideoloji. Eşyayı, dünyayı kategorize etmen için sana yöntemler önerir.

Sana bir pencere açar, dünyaya oradan bakarsın.

Bir idealin olur. Hatta bir ütopyan.

Zamanla, eğer normal bir zihinsel gelişim sürecinin içindeysen, kendi aklına da biraz fırsat tanırsan, ideolojinin açtığı pencerenin dünyanın tamamını sana göstermediğini, seni yanılttığını fark edersin.

Aleme başka pencerelerden de, hatta penceresiz de bakarsın.

İdeolojimizin bize sağladığı pencereden, ama sadece o pencereden hayata baktığımız zamanlar oldu.

Biz galiba biraz saftık. Penceremize sadıktık.

Sağcılar da, solcular da saftı.

Bizden dünyayı anlatmamızı isteseler, solcuysak da, sağcıysak da, İslamcıysak da, pencereden gördüklerimizi birkaç paragrafta anlatabilirdik.

Her bir paragrafı da yine birkaç paragrafla açmaya gücümüz yeterdi.

Bu, bizim kuvvetimizdi. Yaslanıyorduk ona basbayağı.

Aslında hepimizin dediği aynı kapıya çıkıyordu.

Solcuysak ‘emek’ diye, ‘işçi sınıfı’ diye başlıyorduk lafa, milliyetçiysek yine içinde adalet olan, hakkaniyet olan bir ‘millet’ tarifiyle.

Mesele Müslümanlıksa, milliyetçiler de “Hira Dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar Türk’tüler.

İslam’da adalet zaten vardı. İşçinin hakkı da alnının teri kurumadan verilmeliydi.

Yani iyi şeylerdi söylediklerimiz.

Ama yine de birbirimizle didişiyorduk.

Kendi adımıza mı?

Keşke öyle olsaydı.

Gün geldi, herkesin bizim kadar saf olmadığını anladık.

Bizim yanımıza gelip bizim penceremizden bakıyorlardı, bizim gördüklerimizi görüyorlardı ve gördüklerini bizim anlattığımız gibi anlatıyorlardı.

Hak, adalet, ahlak, fazilet, vicdan, hepsini söylüyorlardı.

Meğer oynuyorlarmış.

Meğer pencerenin önüne muvakkaten, bizi memnun etmek için gelirlermiş. Başka pencereleri varmış, başka alemler seyrederlermiş.

Meğer ideoloji sadece binmek içinmiş!

Bunu şimdi daha iyi anlıyoruz.

Nereden anlıyoruz?

İnsanların, bir zamanlar ilke dedikleri her şeyi sanki çiğnemiyormuş gibi yapıp çiğnemelerinden.

Her türlü yanlışın izahını yapmanın bir yolunu bulabilmelerinden.

Haksızlığa, hukuksuzluğa fütursuzca fetva verebilmelerinden.

Tamam, ideoloji dar bir çerçeve. Açmak lazım.

Hayata başka başka açılardan bakabilmek, gerçeğin değişik veçhelerini görmek ve anlamak lazım.

Ama, bütün ideolojilerin içindeki ‘iyilik’ nasıl ‘sıfır’a irca edilebilir?

Matematikte cevabı var bunun.

‘Sıfır’la çarpınca, her şey sıfır olur.

Birileri, iyi şeylerin hepsini ‘sıfır’la çarptı sanki.

Yine de, ara sıra, midilli atlarının üstüne binip vatan, millet, hak, hukuk, din iman diye dolaşanlar oluyor.

Bizim gibi safları mutlu edip sonra midillilerinden iniyorlar.

Her şeye aynen devam. Y. Ziya Cömert  

(Birlikte okunmasında fayda var).

Türkiye’de iki sağcı iki de faşist parti var

“..Türk solu ile Türk sağı arasında bağnazlık yönüyle fark yoktur, literatür farklıdır sadece..” Aslında bu tanım Kürdistan toplumu içinde geçerli. Ê, çünkü iki kavramı da herkes kendine göre yorumluyor, kendine uyduruyor..  Hani “din” ler  gibi mesela..

Yorum bırakın